1972 yılında kimyager James Lovelock tarafında ortaya atılan bu sıradışı hipotezde, Dünya’nın bir süper-organizma niteliği taşıdığı savunulur.

Yerküre’nin fiziki bileşenleri olan atmosfer, hidrosfer, kriyosfer (buzullar) ve litosferin birbirleriyle karşılıklı ve karmaşık etkileşimlerde bulunarak bir bütünlük oluşturduğu ileri sürülür.

Hipotez ilk olarak, Mars’ta yaşamın nasıl olacağını saptamak üzere Lovelock’un NASA adına yaptığı bağımsız bir araştırmanın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bazı göze batmalar nedeniyle “Gaia: Dünya’daki Yaşama Yeni Bir Bakış” adıyla kitap olarak yayınlanmıştır. Gaia adı, antik Yunanlıların Toprak Ana olarak benimsedikleri Gaia tanrıçasından gelmektedir.

Hipotezin Formülasyonu

James Lovelock 1965 yılında JPL (NASA Jet İtki Laboratuarı) adına Mars’taki yaşam koşullarını izleme projesi üzerine çalışırken, Dünya’nın yaşayan organizmalar tarafından kendi kendini iyileştirmesi fikri üzerine düşünmeye başladı. Ve bunun hakkında bir yazı yayınladı.

Yazının esas konusu, bir gezegendeki yaşamsal faktörlerin uyumluluğunun, o gezegenin atmosferindeki kimyasal konsantrasyonun incelenmesiyle tespit edilebilir oluşuydu. Hipotez başlangıçta, teolojik ilkelere ve doğal seleksiyona aykırı olabileceği düşüncesiyle çeşitli eleştirilere maruz bırakılsa da, daha sonra gerekli iyileştirmeler ile biyojeokimya, sistem ekolojisi ve jeofizyoloji gibi alanlarda bu hipotezden yararlanılmıştır.

Lovelock’un Hipotezi

James Lovelock Gaia’yı; Dünya’nın biyosferini, atmosferini, okyanuslarını ve toprağını içine alan karmaşık bir varlık, bir gezegende yaşam için en uygun fiziksel ve kimyasal ortamı oluşturmaya yönelmiş sibernetik bir sistem oluşturan bütünlük şeklinde tanımlamıştır.

avatar-agac-2771
Avatar filmi, Gaia hipotezine benzer bir yaklaşım gösterir. Filme göre, tüm gezegen ortak bir bilinci paylaşan dev bir süper organizmadır.

 

Lovelock’a göre Dünya, bizim de içerisinde bulunduğumuz canlı bir organizmadır. Canlılık ve çevre, tek bir sistemin iki parçasıdır ve birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Canlılık, çevre içerisinde kendisine gerekli ortamlar geliştirir ve devam ettirir. Sistem ciddi bir zarar gördüğünde, kendini onarabilir. Çevreyi olumsuz etkileyen her canlı yok olmaya mahkumdur, ancak yaşam devam edecektir.

Gaia hipotezi başlangıçta, oksijen içeren bileşiklerin bir arada bulunuşunu ve Dünya atmosferindeki metan gazı konsantrasyonunun sabitliğini açıklamaya yönelmişti. Lovelock, başka gezegenlerin atmosferinde böyle bir araştırma yürütülmesinin yaşam tespitinde önemli bir rolü olabileceğini ve pratik bir yöntem olacağını fark etmiştir. Kendi kendini düzenleyen bir sistemin her türlü denge prensibini sağlayacağı keşfedildiğinde ise bu hipotez, kuram haline gelmiştir.

Ayrıca hipotezde, atmosfer bileşiminde, okyanus tuzluluğunda ve yüzey sıcaklığında küresel olarak işleyen bir kontrol sisteminin varlığı ortaya konulmuştur. Dayandırılan savlar şunlardır.

  • Dünya’nın yüzey sıcaklığı, Güneş tarafından sağlanan enerji arttığı halde sabit kalmıştır.
  • Okyanus sularının tuzluluk oranı her zaman sabittir.
  • Atmosferin gaz bileşimi, çeşitli olaylar sonucunda değişken olmalıyken sabit kalmıştır.

Sonuç Olarak

Gaia gibi, olağanüstü olmaya yakın bir fikrin anlaşılması için öncelikli gereken; yaşamın gerektiğince anlaşılabilmesidir. Yeni bir canlı türünün keşfedilmesi, akıllara “Bu da nedir?” sorusunu getirecektir. Gaia tipi düşünce sisteminde; kavramlar bir bütün halinde görülmelidir. Dolayısıyla sorulması gereken sorular parçasal değil, bütünsel olmalıdır.

Gezegen yaşayan bir organizma olarak görüldüğünden, karşılaşılan mikro ve makro yaşam formları, bu süper-organizmanın bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla hayat,  bir ekosistemde canlılığın oluşmasını sağlayan her türlü faktörün toplamı olarak düşünülmelidir. Hayatı oluşturan, detaylardır.

Bununla birlikte, Gaia hipotezinin dayandığı savlar, sonraki yıllarda yapılan araştırmalarla ortaya çıkan uzun dönemli modellerle tutarlı değildir.

Dünya’nın yüzey sıcaklığı yaşamın ilk oluştuğu dönemden bugüne kadar kayda değer değişim göstermiş, okyanus sularının tuzluluk oranları dönemsel olarak artmış veya azalmış, atmosferimiz ise yine yaşamın ilk oluştuğu dönemden bugüne büyük oransal değişimler geçirmiştir. Bu bağlamda, Gaia hipotezi Dünya’yı ve üzerindeki yaşamı bir bütün olarak sahiplenme adına olumlu bir yaklaşım olarak değerlendirilse de, bilimsel gerçekler açısından kabul görebilecek yapıya sahip değildir.

Cansu Erdem