Kardeş bilim platformumuz Evrim Ağacı, bizlerle uzay, evren ve keşfi hakkında bir röportaj gerçekleştirdi.

Sizce bir gün başka gezegenlere yerleşecek miyiz?

Kozmik Anafor: İnsanlık olarak, Dünya’nın uzay boşluğunda yol alan bir gezegen olduğuna “ikna” olmamızın üzerinden henüz 200 yıl bile geçmedi. Bugün bile Dünya’nın milyarlarca benzeri bulunan bir gezegen olduğunu bilmeyen, hatta kabul etmeyen yüz milyonlarca insan var. Buna karşın, niteliksiz çoğunluğu bir kenara bırakırsak, insanlığın “nitelikli” bir kısmı yaşadığımız bu gezegenin ötesinde neler olduğunu ve oralara nasıl ulaşacağımızı ciddi ciddi düşünüyor. Zaten bu düşüncenin sonucu olarak, gezegenimizin dışına çıkabiliyor, uydumuz Ay’ı ziyaret edebiliyor, kendimiz gidemesek bile komşu gezegenlere inceleme amaçlı araçlar gönderebiliyoruz.

Dünya’nın geçmişini incelediğimizde ise, aslında pek de güvende olmadığımıza dair çok sayıda kanıta ulaşıyoruz. Gezegenimiz birçok defalar canlılığın “yeniden başlamasına” neden olan felaketler geçirmiş. Bu da bize, gelecekte bir gün yeniden böyle bir felaket yaşayabileceğimizi gösteriyor. Hatta öyle görünüyor ki, bu türden büyük felaketler sonrasında Dünya’mız yüzlerce, binlerce yıl boyunca yaşanamaz hale gelebilecek. O nedenle, türümüzün devamı ve güvenliği için kendimize yeni bir yuva bulmamız gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Hoş, böyle bir risk olmasa bile, insanoğlunun içindeki merak ve keşfetme arzusunun dizginlenemeyeceği gerçeği de ortada.

Yani sebebi ne olursa olsun, insanlık önümüzdeki yıllar, yüzyıllar içinde Ay’a veya Mars’a yerleşmek için çaba harcayacaktır. Şu anki teknik yeteneğimiz ve gelecekte üreteceğimiz teknolojilerle bunun başarılacağını düşünüyorum. Benim düşüncem, önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde Ay’da insan yerleşiminin olacağı, Mars’ta kendi kendine yeter kalabalık bir insan kolonisinin kurulacağı yönünde. Bu insan kolonilerine belki Europa ve Satürn’ün birkaç uydusunu da ekleyebiliriz. Evet, önümüzdeki yüzyıllar boyunca Dünya insanlık için “ana vatan” özelliğini koruyacaktır ama, farklı gezegenleri de ev olarak benimsemesi kaçınılmaz görünüyor. Hatta ben, herhangi bir gezegene bağlı olmadan insanların yaşayabileceği, Güneş çevresinde uygun yörüngelerde dönen büyük yerleşim birimlerinin kurulabileceğini de düşünüyorum. Bunun olmaması için hiçbir sebep yok. On binlerce yıl sonra ise, diğer yıldızların yörüngelerine açılacağımız, buralarda yeni koloniler kurma çabasına gireceğimizi varsaymak da yanlış olmaz.

”Yaşanabilir Bölge” hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

 Kozmik Anafor: Aslında “yaşanabilir bölge” biraz izafi bir kavram. Bizler, bir yıldızın çevresinde, Dünya gibi yüzeyinde sıvı su bulunan bir gezegenin var olabileceği uzaklığı şu an için yaşanabilir bölge (Habitable Zone) olarak tanımlıyoruz. Tabi bu uzaklık yıldızın kütlesine ve ışınım gücüne göre değişiyor. Güneş için 120-250 milyon kilometreler arasında uzaklığa sahip bir yörünge yaşanabilir bölge için tanımlanabiliyor iken, Güneş’in yarısı kadar boyuta sahip bir yıldız da 30-50 milyon km arasındaki bir yörünge benzer şartları sağlayabiliyor.

Tabi “yaşam” için tek kriter uzaklık değil. Eğer öyle olsaydı, Mars üzerinde de yaşamın var olabilmesi gerekirdi. Gezegenin de “Dünya benzeri” bir yaşama uygun şartlara sahip olması lazım. Yeterince güçlü bir manyetik alanı, atmosferini tutabilecek kütlesi ve uygun gazlara sahip bir atmosferi bulunmalı. Mars, bu şartlara sahip olmadığı, küçük bir gezegen olduğu için yaşama (en azından gelişkin yaşama) ev sahipliği yapamıyor. Yine bir gezegende yaşam oluşabilmesi için illa ki yaşam kuşağı içinde yer almasına da gerek yok. Bugün Güneş’in yaşam kuşağının dışında, mesela 400 milyon km ötede Dünya’dan biraz daha büyük kütleli ve bizimkinden daha kalın bir atmosfere sahip karasal bir gezegen yer alsaydı, o gezegende de yaşam oluşması mümkün olabilirdi. Çünkü gezegenin kalın atmosferi uzakta olmasına rağmen gelen Güneş ışığını hapseder, gezegeni sıcak tutardı. Bu, yaşam kuşağında yer alan Mars’ın içinde bulunduğu durumun tam tersi.

Daha açık ifade edersek, “dünya benzeri” yaşam için yıldızına olması gerekli olan uzaklık, gezegenin niteliğine göre büyük değişim gösterebiliyor.   Eğer bir gezegen yıldızına Merkür ve Venüs gibi kavrulacak kadar yakın değilse uygun şartlara sahip olduğu sürece yaşama ev sahipliği yapabilir. Jüpiter’in uydusu Europa’da yaşam olduğunu düşünmemizin altında yatan sebep de bu. Uydu Güneş’ten çok uzak ve yüzeyi donmuş olmasına karşın, sıvı bir yeraltı okyanusuna sahip ve bu okyanus gezegenin derinliklerindeki volkanik faaliyetin enerjisi ile ısınıyor. Böyle bir ortamda gelişkin bir yaşamın ortaya çıkmaması için bir sebep göremiyoruz. Evet, orada şu anda yaşam olup olmadığını bilmiyoruz, belki olmayabilir ama olmaması için bir neden de yok.

Işık hızını aşmak mümkün müdür? Eğer bir gün deneylerde bu ispatlanırsa, bizim ışık-hızında giden uzay araçlarımız olabilir mi?

Kozmik Anafor: Önce bir yanlışı düzeltelim; ışık hızını aşmamız veya ışık hızında yol alabilmemiz, evreni rahatça keşfedebileceğimiz, istediğimiz yere gidebileceğimiz anlamına gelmiyor. Evrensel ölçekleri düşündüğümüzde ışık hızının aslında “çok yavaş” olduğu gerçeğini görmemiz gerekli.

Bugünkü teknolojimizle Ay’a 3 günde gidebiliyoruz. Işık hızında yol alabilseydik bu sadece birkaç saniye sürecekti. Ama aynı ışık hızı bizi en yakın yıldıza 4.5 yılda götürebiliyor. Kutup Yıldızı’na ise ışık hızında ancak 450 yılda varabiliyoruz. Kutup yıldızının, evrensel ölçeklerde “burnumuzun dibi” olduğu gerçeğini unutmayalım. Yani daha net ifade edersem; ışık hızı Güneş Sistemi içindeki gezegenlere yolculuk için mükemmel olmasına karşın, sistemimizden dışarı çıkmak istediğimizde çok yavaş kalıyor. Tabi buna ulaşıp ulaşamayacağımız meselesi var.

Şu anki fizik bilgimiz bize ışık hızına bizim gibi kütleli maddelerin hiçbir zaman ulaşamayacağını söylüyor. Bunun nedenini anlayabilmek için aslında “ışık hızı” diye düşünmek yerine “kütlesiz parçacıkların ulaşabileceği en yüksek hız” şeklinde düşünmemiz daha doğru olur. Saniye’de 300 bin km hıza, sadece foton gibi kütlesiz parçacıklar ulaşabiliyorlar. Bir atom ve onun nötron, proton, elektron gibi bileşenleri ise kütle sahibi olduğu için bu hıza ulaşmaları mümkün olmuyor. Kütlesiz bir parçacık gibi hızlı hareket edebilmeleri için gerekli olan enerji o kadar büyük ki, ışık hızına ulaşma evresinde bu enerji sonsuza varıyor. Dolayısıyla, bir cismi sonsuz enerjiyle besleyemeyeceğimiz için ışık hızına da ulaştıramıyoruz.

Ama, ışık hızının %95-97’ine ulaşmamızda herhangi bir sıkıntı yok. Bunu günümüz teknolojisi ile dahi başarabilecek durumdayız. Bugün parçacık hızlandırıcılarda atomları ışık hızına çok yakın hızlara kadar süratlendirebiliyoruz. Plazma ve iyon motorları veya uygun inşa edilmiş Güneş yelkenlileri ile bir uzay aracını birkaç ay veya yıl içinde sürekli hızlandırarak ışık hızının %70-80 seviyesine kadar hızlandırabilmemiz de pratikte mümkün. Bunu günümüz teknolojisi ile yapabiliriz fakat çözmemiz gereken çok büyük maliyet problemlerinin yanında, bazı teknik sorunlarımız var. Uzun vadede bu sorunların çözülebileceğini düşünürsek, ışık hızına yakın hızlarda hareket edebilen araçlar üretebileceğimiz gerçeğini görebiliriz. Bunun haricinde, ışık hızını aşmamızın orta ve uzun vadede mümkün olabileceğini sanmıyorum.

Belki birkaç yüzyıl sonra uzayda hareket etmek yerine, uzayın çevremizde hareket etmesini sağlayacak büyük teknolojik atılımlar gerçekleştirebilirsek, ışık hızının çok üzerinde hızlara ulaşabiliriz. Yine de, bunun nasıl olabileceği hakkında bugün hiçbir fikrimiz yok.

Uzay seyahatlerini konu edinen bilim-kurgu filmlerinde ne gibi bilimsel hatalar mevcuttur?

Kozmik Anafor: Bilim-kurgu yapımları, benim açımdan insanların hayal güçlerini ateşlemesi bakımından oldukça faydalı, hatta bilimsel merakı ve araştırmayı teşvik etmektedir. Bunun en güzel örneklerini Star Trek’te birer “kurgu” olarak ortaya konulmuş teknolojilerin bugün hayata geçmesiyle görebiliyoruz. Bu dizide gösterilen otomatik açılır kapılar, uzay mekikleri, cep telefonları, iğnesiz enjektörler ve bilgisayarlar, dokunmatik ekranlar bugün hayatımızın sıradan parçaları haline geldiler. Üstelik bu araçların mucitleri, Star Trek’ten etkilendiklerini söylemekten çekinmiyorlar.

Buna rağmen tabi tüm bilim-kurgu ürünleri bu kadar doğru saptamalarla gelmiyor. Çoğu ciddi bilimsel hatalar içeriyorlar. Örneğin Independence Day filminde insanların uzaylıların bilgisayarlarına virüs yerleştirip onları tümüyle yenilgiye uğrattığını görüyoruz. Oysa hepimizin malumu ki, bir işletim sistemi için virüs yazmak istiyorsanız, o işletim sistemini çok iyi tanımanız gerekir. Hatta çoğunlukla bu da yeterli gelmez, çünkü işletim sistemleri çok sağlam güvenlik yapılanmalarına sahiptir. Bugün MS Windows işletim sistemi “iyi tanındığı için” virüsten geçilmezken, Apple’ın MacOS işletim sistemi virüs bakımından oldukça temiz. Çünkü hem güvenlik açısından çok daha güçlü, hem de virüs yazarları tarafından o kadar iyi tanınmıyor. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki, modern bir ordunun “komuta merkezi”ni yok ettiğinizde o orduyu yenmiş olmazsınız. Çünkü ordular bu tür sorunları bertaraf edebilmek için esnek biçimde örgütlenirler ve her zaman için B, C veya D planları vardır. The Signs isimli bir film vardı.

Uzaylılar yine (nedense) Dünya’yı ele geçirmek için geliyorlar fakat su onlar için zehirli. Suyla temas ettiklerinde ölüyorlar. Uzaylıların %70’i suyla kaplı olan ve sürekli yağmur yağan bir gezegeni buna rağmen niye ele geçirmeye çalıştıkları sorusu bir yana, uzaylıların bu tehlikeye rağmen niçin çıplak dolaştıkları da ayrı saçmalıktı. Bugün Dünya üzerinde çıplak yaşayabilen bizler bile yağmurdan, soğuktan ve sıcaktan korunmak için kıyafetler giyip gezerken, suya değince ölen çıplak uzaylıların Dünya’yı ele geçirmeye çalışması ancak bir komedi filminin senaryosunda yer alabilirdi. Bunlar gibi çok sayıda saçmalık yer alıyor kimi bilim-kurgu yapımlarında. Bazılarını yeri geldikçe sayfamızda (Kozmik Anafor’da) “biraz da eğlenip kafa dağıtmak” için yayınlamaya çalışıyoruz.

Dünya dışı akıllı varlıklar bulunuyorsa, bizleri ziyaret etme olasılıkları nedir? 

Kozmik Anafor: Dünya dışı yaşamın varlığı bilim insanlarının çoğu tarafından “kaçınılmaz” olarak niteleniyor. Sadece Samanyolu galaksimiz içinde yer alan gezegen sayısının yüz milyarlarca olması, Dünya benzeri şartlara sahip gezegen sayısının 50 milyar civarında olduğunun hesaplanması, bu görüşü destekliyor. Yine de, şimdiye kadar Dünya haricindeki bir gezegende yaşama yönelik dolaylı veya dolaysız herhangi bir kanıt bulamadık.

Evrende yaşam arayışı, dev bir samanlıkta iğne aramaya benziyor. Tabi biz bu iğneyi şu anda olduğumuz yerden hiç kımıldamadan sadece çevremize bakarak bulmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla herhangi birine rastlamamış olmamız şaşırtıcı değil. Bu var olduğunu düşündüğümüz fakat varlığına kanıt bulamadığımız yaşamın bir kısmının bizler gibi, hatta bizlerden çok daha zeki canlılardan oluşuyor olması da kuvvetli bir ihtimal. Evet, bu canlılardan bir kısmı yıldızlar-arası yolculuk yapabilecek yetkinliğe ulaşmış olabilirler. Bu uygarlıklar, galaksideki başka yaşam türlerini gözlemlemek, araştırmak veya sadece işgal edip koloniler kurmak için geziyor olabilir.

Fakat, milyarlarca yıldız içinde bizi bulmaları ve ziyaret etmeye değer görmeleri düşük bir olasılık. Hele ki, galaksimizde bizimki gibi yaşam içeren bolca gezegen varsa, ziyaret edilecek gezegenler listesinin ortalarında, belki de sonlarında bir yerlerde sıramızı bekliyoruzdur. Bu listenin ne kadar uzun olduğunu ise bilmemize imkan yok. Tek bildiğimiz şey var; şimdiye kadar Dünya dışı bir uygarlık tarafından ziyaret edildiğimize dair elimizde doğrudan veya dolaylı tek bir kanıt bile yok.

Başka gezegenlere yerleşsek bile, bir gün Güneşimizin patlayacağı söyleniyor. Acaba güneş sistemimizin, hatta Samanyolu galaksinin dışına çıkmamız mümkün olabilir mi?

Kozmik Anafor: Güneş’in ortalama olarak kalan ömrünü büyük bir kesinlik ile tahmin edebiliyoruz. Bu ömür, yaklaşık 5 milyar yıl kadar. Ancak, maalesef bu sürenin tamamı bizim Dünya’da yaşayabilmemiz için uygun geçmeyecek. Güneş hiçbir zaman patlamayacak ama, yaklaşık 1.5-2 milyar yıl içinde Dünya’nın Güneş’in aşırı ısısı nedeniyle gelişkin canlılar için yaşanmaz hale geleceği öngörülüyor. O günlere kadar geliştirebileceğimiz teknolojilerle bu süreyi daha da uzatmamız, Dünya üzerinde 3 milyar yıl kadar yaşayabilmemiz mümkün. Ancak, daha sonrasında ister istemez Güneş’ten daha uzak bir gezegene, örneğin Mars’a yerleşmemiz gerekecek. Zaten, önümüzdeki birkaç bin yıl içinde “başımıza bir şey gelmez ise” Mars’ta ciddi nüfusa sahip insan kolonilerinin kurdukları büyük şehirlerde yaşamaya başlayacağını öngörebiliyoruz.

Yine de, Güneş kırmızı deve dönüşüp sistemimizi aşırı ısıtmaya devam edeceği için, eninde sonunda sistemi tamamen terk etmek zorunda kalmamız kaçınılmaz. Bu dönemde insanların tercihi ne olur bilemiyorum. Satürn’ün uyduları yeterince ısınmış olacağı için oralarda yeraltı şehirleri kurulabilir. Bu da bir seçenek. Eğer enerji üretme konusunda o günlerde yeterince ileri isek, Güneş bir gün sönse bile bu yeraltı şehirlerinde milyarlarca yıl boyunca yaşayabiliriz. Açıkçası bu ihtimal, uzak yıldızlardaki başka uygun gezegenleri arayıp oralara göçmekten daha gerçekçi geliyor bana. Yine de, insanlığın birkaç milyon yıl sonra nasıl bir teknolojik düzeyde olabileceğini kestiremeyiz.

Gelecekte yıldızlar-arası seyahatin ucuz ve hızlı yollarını bulmuş, ulaşabileceğimiz uzaklıklardaki yıldızların çevrelerinde bize uygun gezegenler keşfetmiş olabiliriz. Böyle bir keşif söz konusu olduğunda, gitme imkanı da varken, insanların bir kısmının Güneş Sistemi’ni terkederek “yeni bir başlangıç” yapma güdüsüne engel olunamayacağını düşünüyorum.   Son olarak, evet sistemimizin dışına; yakın, hatta uzak yıldızlara önümüzdeki milyon yıllar içinde (yok olmamışsak eğer) gidebiliriz. Ancak, Samanyolu galaksisini terketmemiz çok zor olacaktır. Şu anki ve gelecekte keşfedilebilecek teknolojileri düşündüğümde hayal gücüm galaksimizi terkedebilecek gelişmişliğe ulaşabileceğimizi düşünmeye yetmiyor.

Soruları Hazırlayan: Arsel Acar (Evrim Ağacı)
Cevaplayan: Zafer Emecan (Kozmik Anafor)

Evrim Ağacı