Bugün, elde etttiğimiz teknoloji ve bilgi birikimini, evreni anlama çabamızda ulaştığımız düzeyi geçmişte yaşamış olan “büyük” bilim insanlarının çabalarına borçluyuz. Tycho Brahe, Kopernik, Johannes Kepler, Isaac Newton, Galileo Galilei gibi üstün zeka ve analiz yeteneğine sahip astronomlar sayesinde içinde yaşadığımız evreni anlamaya başladık.

Bu yazımızı Youtube üzerinden sesli makale olarak da dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/s0hljmtG94g

Bu insanlar, yaşadıkları döneme kadar kabul görmüş evren anlayışımızı dikkatli gözlem ve çabaları ile baştan aşağı değiştirdiler. Dünya merkezli evren anlayışını yıktılar. Dünya’nın da alelade bir gezegen olduğunu ve Güneş çevresinde diğerleriyle birlikte döndüğünü keşfettiler. Bu dönüşün kurallarını, yani kütleçekim etkisini hesaplayabileceğimiz matematik denklemlerine dökerek “bilmemizi” sağladılar. Peki, bu insanlar böylesi büyük devrimsel keşifler ve çalışmalar yaparken, amaçları sadece bilim yapmak mıydı?

Ülkemizde çok bilinen bir konudur, Tyho Brahe ve Takiyüddin bin Marufi‘nin aynı dönemde yaşadıkları. Brahe, Danimarka’da bir gözlemevi kurmuş, hemen hemen aynı dönemlerde de Takiyüddin İstanbul’da benzer bir gözlemevi kurmuştu. Her ikisi de burada gökyüzü gözlemleri yaptılar ve gözlemlerini titizlikle kaydederek kendilerinden sonra gelecek astronomlara muazzam bir bilgi birikimi miras bıraktılar. Ancak, Takiyüddin’in gözlemleri malesef yarım kaldı, çünkü kurduğu gözlemevi taasubun esiri olmuş kişiler tarafından yıkıldı.

Peki, Brahe ve Takiyüddin bu gözlemevlerini niçin kurmuşlardı?

Aslında cevap günümüz şartlarında can sıkıcı olsa da, o dönem için son derece normal sayabileceğimiz bir amacı işaret ediyor: Brahe ve Takiyüddin bu gözlemevlerinde yıldızları ve gezegenleri gözlemleyerek “falcılık” yapıyorlardı. Yani, temel amaçları yıldız falcılığı (astroloji) için gezegen hareketlerini takip edip, dönemin devlet ileri gelenleri ve soylularına gelecekten haber vermekti. Bu nedenle kurulan gözlemevleri soylular ve devlet büyükleri tarafından finanse ediliyorlardı.

Çıplak gözle görülebilen gezegenlerin (Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn) gökyüzünde tüm “burçlardan” geçmesi belli bir süre alır. En uzaktaki gezegen Satürn’ün Güneş çevresindeki bir turu yaklaşık 30 yıl olduğu için, bir astroloğun tüm burç geçişlerini tamamlaması 30 yıl sürer. Bu nedenle açılan gözlemevleri de 30 yıllık bir süre boyunca çalıştırılır ve finanse edilirdi. Sonrasında gözlemevinin açık kalmasına gerek yoktu ve genellikle kapatılırdı.

Bugün Kepler ve Newton’un çalışmalarında kaynak olarak kullandığı Tycho Brahe’nin gözlemlerinin asli amacı da astroloji idi. Gözlemevi yıkılan Takiyüddin’in amacı da astroloji idi. Bu bilim insanları aynı zamanda inançlı kişilerdi ve evren görüşlerini inançları çerçevesinde belirliyorlardı. Örneğin Brahe hiçbir zaman Güneş merkezli evren teorisini kabul etmedi. Onca sistematik gözlem yapmış olmasına rağmen, Kopernik’in Güneş merkezli evren modelini görmezden geldi ve Güneş’in Dünya’nın çevresinde döndüğüne inanmayı sürdürdü.

Johannes Kepler de inançlı dini bütün bir Hıristiyandı. Gezegenlerin hareketlerini açıklayan birçok çalışma yaptı. Ortaya koyduğu alanlar kanunu ile fizik ve astronomiyi birleştirerek devrimsel bir öncülük gerçekleştirdi. Ancak, tüm bu çalışmaları yaparkenki amacı; “tanrının üstün zekasını kullanarak yarattığı evreni insan olarak anlayabileceğimizi göstermek”ti. Biz insanlar tanrının zekasını anlayabilecek kapasiteye sahibiz şeklinde düşündü ve tüm çalışmalarını bunu ispatlayabilmek için yürüttü.

Yine kepler, Brahe’den miras aldığı gözlemevini 11 yıl boyunca işletti ve burada Danimarka kralı ve soylularına “yıldız falcılığı” yapmayı da sürdürdü.

Bugün ortaya koyduğu kütleçekim ve hareket yasaları hala kullanılan Isaac Newtonda inançlı biriydi. Bilimde deneyciliğin önemini ortaya koyan ve bunu sistematikleştiren biri olarak bilimsel yöntemin gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan kişi olmuştur.

Bununla beraber Newton, tüm bu çalışmalarını gerçekleştirirken inançlarından hiçbir zaman ödün vermemişti. Öyle ki, gözlemlediği gezegenlerin bir “ruh” taşıdığını vebilinçli varlıklar olduğunu düşünüyordu. Onun da çalışmalarının altında yatan motivasyonu “tanrının zekasını anlamak” olmuştu. Çünkü, yaptığı çalışmalar evrende herşeyin sistematik düşünen bir zekanın ürünü olduğu algısı oluşturmuştu zihninde ve bu zekanın sistematiğini keşfetme arzusu ile motive oluyordu.

Newton aynı zamanda o dönemlerde bile sahte bilim olduğu tartışmaları süren “simya” konusunda büyük bir tutkuya sahipti. Uzun yıllar boyu maddeleri karıştırarak altın üretmeye çalıştı ve simya alanında da uzman biri olarak tanındı.

Bugün astronomiye katkısı için önünde saygı ile eğilmek zorunda olduğumuz Galileo Galilei dahi günümüzde asla kabul edilemeyecek davranış ve fikirlere sahipti. Kilise ile Engizisyon mahkemesine çıkarılacak kadar ihtilaflı olsa da, çok dindar koyu bir Katolikti. Kilise ile ihtilafının asıl nedeni ise, Güneş merkezli evren görüşünün İncil’de yazılanlara aykırı olmadığını dile getirmesi ve İncil’i yeniden yorumlamasıydı.

Hatta bu kadar dindar olmasına rağmen evlilik dışı bir ilişki yaşamış ve bu ilişkiden 3 çocuğu olmuştu. Kızlarını da evlilik dışı doğdukları için “evlenemezler” düşüncesi ile bir manastıra vererek rahibe yapmıştır.

Kısaca özetleyeme çalıştığımız gibi, dönemin bilim insanları büyük keşiflere imza atmış olsalar da, yegane amaçları bugün bildiğimiz anlamda bilim yapmak olmadı. Bugün sahte bilim olduğunu net biçimde bildiğimiz astrolojiden simyaya kadar her alanda tutkulu biçimde çalışıyor ve inanıyorlardı.

Ancak, şu gerçeği unutmamak gerekir: Tarihsel olayları ve kişileri bugünkü bakış açımızla yargılayamaz, eleştiremez ve günümüz bakış açısı ile anlayamayız. Çünkü insan, her zaman içinde yaşadığı toplumun kültürel değerleri ile biçimlenir. İnançları ve uygulamaları her zaman yaşadığı toplumun genel yapısı ile benzeşir. Bugünbize aykırı gelen düşünce ve davranışları, o kişilerin tarihsel önemini veya dehalarının büyüklüğünü azaltmaz.

Zafer Emecan