Erciyes Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim görevlisi Dr. Nurten Filiz AK, sizlerin yönelttiği soruları cevapladı. Zaman zaman bu şekilde sorular almaya devam edip, cevaplamaya gayret edeceğiz…
• Evren sonsuz mudur? (Sadece Evren dediğimizde bizim algıladığımız Evren’i mi anlamalıyız? Yoksa Paralel sonsuz sayıda Evrenlerin oluşturduğu sonsuzluğu mu)?
Evrenin tanımlamasıyla başlamak gerekir, evren en kısa tanımlamasıyla tüm madde ve enerjiyi içinde bulunduran uzay zaman olgusudur. O halde soru “uzayın ve zamanın, maddenin ve enerjinin olmadığı bir yer var mıdır?” şekline dönüşüyor. Açıkçası bu tanımlama bile doğru değil, evrenin dışında bir olgudan bahsedebilmek yeteneklerimizin dışında kalıyor. Eğer soru `evrenin sınırları var mıdır?` şeklinde düşünülürse, bunun da bizim gözlem yeteneklerimize bağlı olduğunu söylemek yerinde olur. Evrenin sürekli genişlediğini hatta genişleme hızının da giderek arttığını biliyoruz. Tabii biraz daha zorlu sorular getiriyor bu, örneğin `sonsuz olan bir şey nasıl genişler?`
• Fizik kuralları sizce de kara deliklerin içerisinde aynı mıdır yoksa yeni fizik kurallarına gebe midir?
Fizik kurallarının kara delik içerisinde Dünya üzerindeki ile aynı olmasını beklemeyiz. Ancak bakış acımızı şöyle kurmak faydalı olur, fizik kuralları deneysel bulgular üzerine kurulmuştur. Kara delik içerisinde örneğin kütle çekim yasasının Dünya üzerinde olduğundan çok daha farklı olması doğal bir beklentidir. Bununla ilgili yazılar sitede var, okumanızı öneririm.
• Işığı bir gözlemci gibi düşünürsek ışığa göre etrafında ki her şey ışık hızında hareket ediyor olmalı… Pekii, hızlandıkça boyut ve zaman daralması olduğuna göre ışık için tüm evren sıfır uzunlukta ve zaman da durmuş vaziyettedir doğru mu?
Kısaca, tüm evrenin tüm zamanlarını tek bir anda görebilecek durumda diyebiliriz. Görebilmek kısmına bir ünlem koymadan geçmemeli! (Geniş bilgi için, bu yazı dizimizin tamamını okumanızı öneririz).
• LIGO deneyi sonuçlarının astronomiye katkısı olabilir mi? Nasıl?
LIGO deneyinin astronomiye pek çok açıdan katkısı oldu aslında. Bilinen katkılarının yanı sıra altını çizmek istediğim bir kaç sonuç var: Şimdiye kadar sıklıkla astronomlar için tek bilgi kaynağının foton olduğunu vurguluyorduk, LIGO deneyinde gözlemler foton üzerine değil dalgalar üzerine kurulu, dolayısıyla artık yeni bir bilgi taşıyıcımız var. Ayrıca ilk kez kara delik birleşmeleri ve yakin kara delik çiftlerinin doğrudan gözlemsel verileri elde edildi. Bu ilk gözlemsel bulgulardan önce yalnızca teorik olarak ele alınan ya da dolaylı işaretleri elde edilen konulardı (Daha detaylı bilgi için bu yazımızı okumanızı öneririz).
• Uzay ve zamanın bükülmesi ve nedenleri nelerdir?
Uzay ve zamanı maddeden bağımsız düşünmek çok yanlış olur. Bu bükülmenin nedeni maddenin kendisidir. Çok yerinde olmasa da şöyle bir örnek düşünelim, suyun içinde yüzen balıkları görüntüden çıkartırsak, suyun olmadığı ya da çekildiği bölgeler göreceğiz. Tabi bunu `suyun çekilmesi` olarak tanımlamak çok hatalı olacaktır. Uzayın bükülmesini de maddeden bağımsız düşünemeyiz (Uzay-zaman bükülmesinin basit tanımlaması için bu yazımızı okuyabilirsiniz).
• Philadelphia Deneyi gerçekleştirilmiş midir? Eğer gerçekleştiyse bu deneyin insanlığa ne tür bir getirisi olmuştur? Ayrıca bu deneyi uzay seyahatlerine uyarlama gibi bir durum söz konusu olabilir mi? (Hasan Çağlar)
Bu deney ekibinden kimseyle tanışmadım 🙂 Yani sanırım!
• Evrendeki karanlık enerji miktarı değişebilir mi? Eğer değişebilirse ve her şeyi parçalayacak boyuta gelebilirse, bu sürekli bir tehlike midir yoksa bizi etkilemesi mümkün olmayan büyük bir süreç midir? (Sibel Kocatürk)
Karanlık enerjinin tam olarak ne olduğu ya da kaynağı anlaşılabilmiş değil. Hakkında bildiğimiz şey, evrenin genişlemesinin kaynağı olduğu (Daha geniş açıklama için bu yazımıza bakabilirsiniz).
• Şu yeni keşfedilen gezegenler gidilemeyecek kadar uzakta hiçbir görüntüsü yok. Nasıl keşfedildiler. Nasa kanıt olarak ne sunuyor. Bu muhabbeti çözemedim bir türlü. Keşfetmekten kasıt ne yani bir varsayım filan mıdır nedir? (Çaylak Gazanfer)
Çok güzel bir soru. Aslında biz astrofizikçilerin çalışmalarının tamamı böyle uzaklıklarda hatta çok çok daha büyük uzaklıklarda. Gezegen kesiflerinde kullanılan bir kaç yöntemden iki tanesini açıklayayım kısaca. İlki Doppler etkisi temeline dayalı, gözlediğimiz cisimlerin rengi onların bize göre olan hareketlerine bağlı olarak değişiyor. Örneğin bizden hızla uzaklaşan bir cismi daha kırmızı görüyoruz. Gezegenler ve bağlı oldukları yıldızlar ortak bir kütle merkezi etrafında dolanırken, Dünya üzerindeki gözlemcilere yaklaştığı ve uzaklaştığı dönemlerden geçiyorlar. Bu dönemlerdeki renk değişimleri ya da tayflarındaki kaymalar çok hassas olarak ölçüldüğünde yaklaşma uzaklaşma miktarı ve dolayısıyla yörüngeleri ortaya çıkartılıyor. Oldukça karmaşık ve hassas hesaplamalar ama üstesinden gelebiliyoruz. Hatta bu yöntemle gezegenlerin kütleleri ve büyüklükleri hakkında bilgilere de ulaşabiliyoruz. İkinci yöntem ise sürekli isinim yapan yıldız ile bizim aramıza giren gezegenleri, beklediğimiz ışığın sönükleşmesinden anlayabiliyoruz. Söyle duşunun, heyecanla maç izliyorsunuz ve önünüzden bir şey geçiyor. Bu esnada dikkatiniz çok dağınık değilse, önünüzden gecen şeyin bir sinek mi yoksa bir insan mı olduğunu ayırt edebilirsiniz. Bu ayırt edebilme aslında ışığın kesilme suresine, ışığın azalma miktarına ve buna benzer parametrelere bağlı. İlk yöntem gibi bu yöntem de karmaşık matematiksel terimlere dayalı hesaplamalar gerektiriyor. Bu yolla da gözlenen sistem hakkında pek çok bilgi elde etmek mümkün (Daha geniş bilgi için, sitemizde “Güneş Sistemi Dışındaki Gezegenler” şeklinde arama yapabilirsiniz).
• 1- uzaydan yansıtılan yüksek elektromanyetik radyasyonla yapay depremler oluşturulabilir mi ya da iklimler kontrol edilebilir mi. 2- karanlık madde nedir. (Tahir Karadağ)
1- Hayır ve hayır. 2-En kısa tanımlamasıyla var olduğunu bildiğimiz ancak kendisini gözemleyemediğimiz madde. Sadece var oluşunun etkilerini gözlemleyebiliyoruz (Karanlık madde hakkında daha detaylı bilgi için bu yazımıza bakabilirsiniz).
• Kara delikler kütleleri sayesinde maddeleri kendine çekebiliyor bunu biliyoruz. Peki çektiği maddelerin kendisine bir etkisi oluyor mu?Mesela Dünya’nın kütle çekim alanına giren cisimler Dünya’ya düşünce gezegenimizin kütlesine bir katkıda bulunur. Peki kara delikler için aynı şey geçerli mi, yoksa sadece kütle çekim alanına giren maddeleri “içlerine” mi çekiyorlar ve çektikleri madde miktarının bir sınırı var mı? (Mert Güleç)
Bu çok güzel bir soru. Kara delikler zaman içerisinde evrimleşiyor ve buyuyor, bu büyüme yuttukları madde miktarı ile doğrudan alakalı. Yani evet kara delik içerisine düsen madde kara deligin kütlesine katkıda bulunuyor. Katkının ölçülebilir olması için çok miktarda kütlenin yutulması gerekir. Çektikleri ya da çekebilecekleri madde miktarının bir siniri yok. Ancak maddenin çekilme sureci düşündüğümüzden biraz daha karmaşık. Maddenin bir kimsinin kara delik içine düşebilmesi için bir kimsinin da tam aksi yöne doğru fırlatılması durumu sıklıkla gözleniyor. Bunun nedeni momentumun korunması prensibi.
• Aya gidilmediği halde neden gittik diye milleti kandırıyorlar? (Yujin Erhan)
Soru sormadığınız halde neden soru sormuş gibi davranıyorsunuz? Zira, ben ortada bir soru işareti göremedim. İşte Ay seyahati hakkındaki tartışmalar da tam bu kıvamda yapılıyor 🙂 (Detaylı bilgi için bu yazıyı okuyabilirsiniz)
• Mutlak tekillik nedir? Elektronlar neden aynı kuantum diziliminde yer almayı kabul etmezler? Giderek artan entropinin zaman ile ilişkisi nedir ve bu durum tersine işletilebilir mi? Evrenin yapısı frantal mı? Kurt deliğini yeteri kadar açık tutmanın bir yolu var mı? Ve Cehaletimi giderebilmem için neler önerirsiniz? (Murat Kanlıada)
- Mutlak tekillik, maddenin bildiğimiz hali ile madde olmanın dışına çıktığı bir durum. Kara delikler için örneğin kütlenin tamamının tek bir noktada toplanması buna örnek olarak sunulur. Ancak ben kara deliklerin daha anlaşılır olan tanımlamalarına daha sıcak bakıyorum. Ayrıca bu kavram birçok felsefi akıma da konu olmuştur (Biraz daha detay için bu yazıya bakabilirsiniz).
- En basit açıklama ile birbirlerini ittikleri için. Ancak bu prensibin çalışmasına engel olacak kadar yoğun basınç durumları da mümkün. Bu durumdaki maddeye dejenere olmuş ya da yozlaşmış madde denir. Hatta bu yozlaşma durumlarının da çeşitli dereceleri vardır. Beyaz cüce ve nötron yıldızı yozlaşması birbirinden farklıdır örneğin.
- Diğer tüm yasalardan farklı olarak entropi teriminin zaman ilişkisi tek taraflıdır. Yani zamanda ileriye doğru işler ancak geriye doğru işletilemez. Bu durum ayrıca entropinin geçmiş ve gelecek arasında ayrım yapabildiğini gösterir ki bu sebeple felsefi anlamda da çok kez konu edilmiştir.
- Sanırım fraktal demek istediniz. Fraktal yapı en küçük öğesinden en büyüğüne çok farklı eksenlerde mükemmel simetrik yapı anlamına gelir. Kozmolojik prensip, evrenin homojen ve izotropik olduğunu söyler, yani madde dağîlimi eşit ve her yönde aynı görüntü olacak yapıdadır. Bunun yanı sıra atomlar ve gezegen sistemleri arasındaki benzeşiklikler fraktal yapıyı çağrıştırır. Fraktal yapının varlığına dair ileri sürülebilecek birçok örnek var. Ancak var olmadığının tersi ispatlanmadığı sürece bu bir yaklaşım olarak kalacaktır.
- Kurt deliği sorusunu es geçiyorum. Sadece bir soru sormak istiyorum, eğer kara delikler kurt deliği ise, zamanla madde yutarak nasıl buyuyorlar? Yani, siz bir huninin içinden geçen su nedeniyle ağırlaştığını gördünüz mü hiç? (Solucan delikleri için bu yazımızı okumanız faydalı olacaktır.)
- Cehalet gitmez, hep orada kalır. Form değiştirir ya da azalır belki ama tamamen gitmez. Kalmadığını düşündüğünüz anda sorun var demektir. İngilizce ile aranızı iyi tutmanızı ve güncel makaleler okumanızı öneririm. Hatta olanaklarınız varsa Astronomi eğitimi düşünmenizi öneririm. Öğrenmenin en güzel yolu kendi araştırmanı yapmak 🙂
• An itibariyle tıpkı Hubble’ in keşfettiği ilk günkü gibi genişleyen içinde zerreden şumusa her şeyi barındıran evrenimizin çalışma prensibini kendi medeniyetimizle birikimimizle oluşturduğumuz fizik hikâyesiyle açıklayabilir miyiz? Eğer açıklayabilirsek kendi içinde birbirine temellendirilen denklemlerle oluşturulmuş ve kendisini kendisiyle çürütmek yahut ispatlamak mümkün olmayan bir kurgudan başka ne olacaktır? Eğer açıklayamıyorsak alternatif olarak yeni hikâyeler oluşturup açıklamak ne kadar mantıklı olur?, yoksa her şeyi anlamak için en azından kafamızın içinde de olsa bir seferliğine evrenin en dışına hatta evrenin içinde genişlediği sonsuz boşlukta yahut yoklukta yokluğu deneyimleyip birşeyler ileri sürmek daha mantıklı olmayacak mıdır? (Turan Kurt)
Bizim evreni anlama çabamız şöyle bir örnekleme ile açıklanabilir. Hayatında hiç ağaç ya da orman görmemiş bir insanı, yüzlerce yıldır yaşayagelen bir ormanın içine bırakıp 10 saniyeliğine etrafı gözlemesine izin veriyorsunuz. Bu 10 saniyelik gözlemlerin sonucunda, ormanın yapısını, içindekileri hatta yaşını anlamasını bekliyorsunuz. Evrenin yaşı ile bir insanın, hatta modern teknolojiye sahip insanlığın ömrü kıyaslandığında durumumuz bu örnekten çok da farklı değil. Asıl büyüleyici kısmı, o 10 saniye içerisindeki gözlemlerimizle ulaşabildiğimiz bilgiler.
• Ne tarafa baksak hep 13,5 milyar yıl geçmişi görüyoruz. Böyle olduğu halde, neden bir noktadan patlama oldu diyoruz? Yoksa 13,5 milyar yıl bizim için bir sınır mı? (Ats Korfez)
Hayır, aslında görünen evrenin sınırları 93 milyar ışık yılı olarak hesaplanıyor. Daha önce gözlediğimiz objeler, evrenin genişlemesi nedeniyle bizden hızla uzaklaştılar. Bu uzaklaşma miktarını da hesaba katarak düşündüğümüzde gözlenen evren kavramını anlayabiliriz. Bizden 10 milyar ışık yılı ötedeki bir gözlemci de aynı şekilde tüm yönlerdeki tüm cisimlerin aynı şekilde uzaklaştığını görüyor. Evrenin hangi noktasına giderseniz gidin aynı durum söz konusu. Büyük patlama teorisi, tek bir noktada patlama olduğunu söylemez, tam aksini söyler (Daha detaylı bilgi için, bu yazımızı ve ardından bu yazımızı okumanız yerinde olur).
Yrd. Doç. Dr. Nur Filiz AK