Yüzünü göklere çevirmiş insanlar parlak yıldızlardan ve aradaki karanlıktan iki türlü etkilenirler: Ya sonsuzlukla büyülenirler ya da karanlıktan korkup kaçarlar.

Karanlıkla savaşmayı seçip aydınlık tarafa geçenler, teleskoplarına ve kalemlerine sarılır; başlarlar göklerin gizemini aralamaya. Fakat bunlar arasında çok özel bir grup vardır ki onlar tutkularını geometriye ve matematiğe sığdıramaz. Gördükleri, hissettikleri bambaşkadır. Onlar, aydınlık tarafın en asil savaşçıları, şairlerdir.

Eski Yunan’da eğitim 3+4 şeklinde verilirdi. Üçlü eğitimde (Trivium) dilbilgisi, mantık ve söz sanatları öğretilirken, dörtlü eğitimde (Quadrivium) aritmetik, geometri, müzik ve astronomi öğretilirdi.1 Görünen o ki bu eğitim sisteminden pek çok eğitimci de çıkmıştı.

Tarihe baktığımızda Antik Roma’daki eğitimcilerin bile çoğunlukla Yunan kökenli olduğunu görüyoruz. İşte o Roma’dan çıkan bir şair insanlığın başını yerden göklere kaldırdı ve yıldızlara baktırdı. Lucretius Carus büyük ihtimal M.Ö.95 yılında doğmuş bir Romalıydı. Hakkında net bilgiler olmamakla birlikte yarattığı eserler bugünümüzün atom ve madde anlayışına ışık tuttu. Biz ise onun şiirlerini göğe bakma durağındaki iki şairimizin çevirisiyle okuma fırsatı bulduk. Gelin, Lucretius’un sesini Turgut Uyar ve Tomris Uyar’dan duyalım:

“Sanma ki varlıklar, katı gövdelerin basıncıyla,
Som bir kütle halinde toparlanmıştır.
Çünkü onların yapısında da boşluk vardır.
Çok yardım edecek sana bu gerçeği kavramak:
Evren şaşırtmayacak, sözlerim kuşkulandırmayacak,
Kastettiğim elle dokunulmayan boş uzaydır,
Yerinden kıpırdayamazdı varlıklar, o olmasaydı
Her zaman ve her yerde geçerli olurdu çünkü
Maddenin edimleri: karşı devinim ve engelleme.
İlerleyemezdi hiç bir varlık, yoksunken
Gerileyişle sağlanacak başlangıç noktasından.
Oysa görüyoruz denizde, toprakta ve gökte
Türlü biçimlerde devinimdeler türlü varlıklar.

Boş uzay olmasaydı, hepsi
Bu sürekli devinim gücünden yoksun olacaklar,
Sıkışıp kalacaklarından devinimsiz maddeye.
Dahası, var olamayacaklardı bile”

astronomi-sanat-1221

“Önce: Hepimiz biliriz ki ivecendirler
Küçük tozanlardan oluşanlarla hafif nesneler.
Güneşin ışığı ve ısısı en iyi örnek:
öyle ufaktır ki atomları, savrulduklarında
Aşarlar hava boşluğunu zaman yitirmeden
-İtiliş nereye sürüklerse- Işık yığınağı
Hemen yenilenir taze ışıkla. Birbirlerini
Devinime geçirir ışınlar hiç durmadan.
Zarlar da bir anda inanılmaz genişlikte
Sınırsız bir alanı assalar gerek, iki nedenle.
Bir: Sürekli dürtüyle yola çıkınca
En arkadaki, ilerleyeceklerdir öndekiler de
Hafifliklerine uygun bir hızla. İkincisi:
Dokuları çok seyrek olduğundan
Her gövdeye girer, süzülebilirler boşluklardan.”2

Yıldız aşkı engel tanımıyordu. Lucretius’un ardından bin yıl geçtikten sonra bile dünyanın pek çok yerinden kulelerle yıldızlara ulaşılmaya çalışıyordu. Nişabur’da doğan bir genç ise dünyada bir yıldız gibi parlıyordu. Döneminin güçlü hükümdarının da ilgisini çekmişti. Takvimi yeniden düzenlemiş ve yıldızları göklerde olması gereken yerlere yerleştirmişti. Ömer Hayyam’ı haksızlık ve riyakarlık karşısında adaletli duruşuyla tanırız ama şu dörtlüğünde bize yıldızlarla ilgili anlatmaya çalıştığı bir şeyler var:

“Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar
Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar;
Göklerin eteğinde, toprağın koynunda
Doğdukça doğacak daha neler neler var.”

şiir

Yıllar geçiyor, atomlar ile yıldızlar giderek birbirine yaklaşıyordu. Yıldızlarla büyülenen insanlar maddenin derinliklerinde bile onları arıyordu. Bilim, Aydınlanma ile sıçrarken matematik denklemleri süratle doğayı insanın eline sunuyordu.

Keşfetme yöntemleri hızlanmış, hatta matematik, gözlemlerin önüne geçmişti. Yıldızlara bakma tutkusunun yerini çözüm bekleyen denklemler almıştı. Gökler ise yüzleri büyülemeye devam ediyordu. Kimisi doğanın o yüzünü matematikle görürken kimisi o gökleri sevgilisinin yüzünde keşfediyordu. 1827’de Amerika’dan, Edgar Allan Poe’nun Akşam Yıldızı şöyle görünüyordu:

“Yaz ortasındaydı
Ve gece yarısı,
Ve yıldızlar yörüngelerinde
Ölgün ölgün pırıldarken,
Daha parlak ışığında
Kendisi göklerde
Köle gezegenlerin arasında,
Işığı dalgalarda olan soğuk ayın.
Soğuk tebessümüne dikmiştim gözlerimi
Fazlasıyla – fazlasıyla soğuktu benim için
Derken kaçak bir bulut,
Geçti örtü niyetine,
Ve ben sana döndüm,
Mağrur akşam yıldızı.
Senin ışığın daha değerlidir benim için.
Çünkü yüreğime mutluluk verir
Göklerdeki gururun geceleri,
Ve daha çok beğenirim
O alçaktaki daha soğuk ışıktan
Senin uzaktaki ateşini. “
4

Tam da o çağda, ruhsuz denklemlere isyan eden başka bir Amerikalı şair vardı: WW. Pek çoğumuz kendisini Breaking Bad’den tanıyor. Hayır, Walter White değil, Walt Whitman. Kendisi, birebir yaşayarak deneyimlemek yerine sadece dersleri dinleyip tartışmasız kabul etmenin karşısındaydı.3 Bunu da 1865’te yayımlanan şu şiirinde açıkça dile getirmişti:

“Bilgili astronomu dinlediğim zaman,
İspatlar, şekiller, sıra sıra dizildiği zaman önümde sütunlarda,
Çizimler ve diyagramlar gösterildiği zaman bana, onları eklemek, bölmek ve ölçmek için,
Oturduğum zaman astronomun konferans salonunda, orada ders verdiğini duydum çok alkışla,
Anlaşılmaz bir şekilde ne kadar çabuk yoruldum ve hasta oldum,
Kalkıp dışarı süzülerek kendi başıma dolaştığım zamana kadar,
Gizemli rutubetli gece havasında, ve ara sıra,
Mükemmel sessizlikte yukarı baktım yıldızlara. “
5

Pleiades_by_Elihu_Vedder

Dünya birbirine bilimle bağlanırken bu topraklardan da ses çıkacaktı elbet. Hem de atomların içindeki gökyüzünü sezebilen biriydi bu. Parçalanan atomlardan görece sonsuz bir enerji yaratılabileceğini biliyordu. Belki de Bohr’un elektron modelini bile duymuştu.

Şimdi yanlış olduğunu bilsek bile, elektronların merkez etrafındaki yörüngelerde dönmesi gerçekten de Dünya’nın Güneş etrafındaki hareketine benziyordu. Ta ki Heisenberg (Breaking Bad’deki değil, gerçekteki) belirsizlik ile çıkıp gelene kadar.6 Mehmet Akif Safahat’ı yazmaya başladığında da ülkenin geleceği belirsizdi. 1911’de başladığı kitabı parça parça ancak 1933’te bitirdiğindeyse dünya ve ülkemiz bambaşka bir durumdaydı. Geçen zamanda, şu satırları yazmaktan geri kalmamıştı:

“Yarının ilmi nedir, halbuki? Gayet müdhiş
‘Maddenin kudret-i zerriyyesi’ uğraştığı iş
O yaman kudrete hakim olsam diyerek
Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek
Onu buldu mu artık bu zemin, başka zemin
Çünkü bir damla kömürden edecekler temin
Öyle milyonla değil; namütenahi kudret ”
7

Buradaki örnekler insanlığın gökyüzüyle ilişkisinin sadece küçük bir kısmını temsil ediyor. Şüphesiz ki, hepimiz yıldız tozuyuz. Bu bilince varan insanların coşkularını anlayıp paylaşabiliriz. Bazen hislerimize geometri tercüman olmaz, olamaz. Geometri tatlı tatlı konuşur, şiir ise haykırır. ‘Seni anlıyorum evren!’ diyebilmenin en bariz yoludur. O kadar severiz ki kaybetmekten korkarız. Bu korkuyla dolu dolu yaşamaya çalışır ve tekrar haykırırız:

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

     hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

     yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

     zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

“Yaşadım” diyebilmen için…” 8

Hazırlayan: Nazlı Turan

Kaynaklar:
[1] “Quadrivium,” Wikipedia: The Free Encyclopedia
[2] Lucretius Carus, Titus. “Evrenin yapısı / Lucretius ; çevirenler Tomris Uyar, Turgut Uyar.” Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1974.
[3] Walt Whitman: Poems Summary and Analysis of “When I Heard the Learn’d Astronomer”. http://www.gradesaver.com/walt-whitman-poems/study-guide/summary-when-i-heard-the-learnd-astronomer. Erişim:14.02.2016.
[4] Edgar Allan Poe. “Bütün Şiirleri; çeviren Oğuz Cebeci” İthaki Yayınları / Şiir Dizisi, İstanbul, 2000.
[5] Bilgili Astronomu Dinlediğim Zaman/ Walt Whitman. http://arsiv.mevsimsiz.net/y-8288/BiLGiLi_ASTRONOMU_DiNLEDigiM_ZAMAN._Walt_Whitman/. Erişim:14.02.2016.
[6] John Gribbin. “Schrödinger’in Kedisinin Peşinde-Kuantum Fiziği ve Gerçeklik”. Metis Yayınları, İstanbul, 2005.
[7] Ömür Akyüz. Boğaziçi Üniversitesi-STS 322 Ders Notları.
[8] Nazım Hikmet. “Yaşamaya Dair”. Şubat, 1948.