Kitap incelemeleri bizim işimiz değil. Ancak, ülkemizin en büyük ve güvenilir astronomi platformu olarak, oldukça iddialı bir isimle piyasaya sürülmüş olan, Caner Taslaman’ın “Big Bang ve Tanrı” kitabını inceleyip yorumlamayı uygun bulduk.

Öncelikle şunu söyleyelim, konumuz bir yanıyla kozmoloji olsa da, amacımız din felsefesi veya ‘ilk neden’ argümanını irdelemek değil. Biz, bugün evrenin başlangıcı ile ilgili bilim çevrelerince kabul gören Büyük Patlama teorisinin, Caner Taslaman’ın iddia ettiği üzere Tanrı’nın varlığını kanıtlayıp kanıtlamadığı ile ilgileneceğiz.

Yine de konuya girmeden önce kitabın çalakalem bulduğumuz noktalarına değinmeden edemeyeceğiz. Kitabın ‘Big Bang Teorisi Ortaya Konulmadan Önceki Durum’ başlıklı birinci bölümünde felsefe tarihinin kısa bir özeti anlatılmakta ve yazarın deyimi ile ‘sonraki bölümlerde bu fikirleri Big Bang’e yargılatmaktadır’. Ve fakat ilk bölüm için özet demek komik kaçacak (Bu bölüm yalnızca 8 sayfa). Bu, olsa olsa felsefe tarihi özetinin karikatürü olabilir. Öyle ki Sofi’nin Dünyası bu özetin yanında gayet derinlikli ve ayrıntılı kalıyor.

Üstüne üstlük bölüm sonlarında madde madde yazılan özetler var ki, ortalama zekaya hakaret kabul edilebilir. Yazar, pek çok popüler bilim ve felsefe yayınını gözden geçirmelidir. Zira pek çok bilimsel ve felsefi görüş; popüler olarak konuyla ilgili akademik kariyeri olmayan okurla buluşurken, çok daha samimi bir şekilde ve hak ettiği ölçüde detaylıca irdelenir.

Böylesine önemli bir konuyu inceleme iddiasındaki bir kitabın en basitinden bir indeksi olur ve bağlamından koparılıp, kaynak verilmeksizin şu gibi ifadeler geçmez:

‘’…Hawking…. şöyle demektedir ‘….’ ’’ .

‘’Başka bir yerde ise şöyle demektedir: ‘…’.’’. *

Ama konu (en iyi niyetli ihtimalle) Tanrının varlığını ispatlamaksa, dert daha çok kitleye ulaşmak oluyor sanıyoruz. Bu da yazarı böylesi derinlikli bir konuda çalakalem yazmaya itmiş olmalı.

•  •  • 

Bilim Tarihinin anlatıldığı ikinci bölümü yazıyı uzatmamak adına atlayıp, “Big Bang Teorisinin Temel Delilleri” başlıklı üçüncü bölüme geçiyorum. Burada Newton’un kütle çekim kanununa Einstein’in yaptığı düzeltme güzelce anlatılmış. Genel görelilik denklemleri bir kez kabul edildikten sonra evrenin genişlemesinin, denklemlerin işaret ettiği bir olgu olduğu belirtilmiş, ki doğrudur.

Eğer genişliyorsa, eskiden daha küçüktü ve sıkışıktı demektir. Einstein’ın başlardaki itirazına rağmen, Friedman ve Lemaitre görelilik denklemlerinin evrenin genişlediği sonucunu verdiğini modellediler. Ve sonuçta haklı çıktılar, Einstein iddialarını geri çekmek durumunda kaldı.

Big Bang’in babası olarak bilinen Lemaitre, Taslaman’ın mal bulmuş mağribi gibi üzerine atladığı üzere, bir Cizvit papazıdır. Evrenin başlangıcını “ilksel atom” adını verdiği bir modelle açıklar, evren buradan genişlemiştir. Fakat hiçbir bilimsel yazınında Caner Taslaman’ın yaptığı gibi bunu Tanrı’nın varlığının ispatı kabul etmez.

Kendisi sıklıkla ilksel atom fikrinin metafizik yaratılış fikrinden farklı olduğunu söylemiştir. Üstelik 1951’de Papa Pius XII, Lemaitre’nin teorisinde Hıristiyan yaratılış doktrininin bir onayını gördüğünde, Lemaitre papanın bu resmi ifadesine karşı çıkmıştır. Ona göre, kozmolojik bir teori bir kanıt olarak veya bir inanç maddesinin reddi olarak kullanılamaz.

Lematre’in din ve bilim arasındaki ilişki hakkındaki vizyonunu, Caner Taslaman’ın yanından geçemeyeceği kadar entelektüeldir. Lemaitre genel olarak, kendi görüşüne göre gerçeğe iki yol olduğunu ifade eder: Bilimin yolu ve dinin yolu. Yani, Lemaitre’in birbirinden ayrı tutmak istediği iki yol. Bir Roma-Katolik rahip olarak, bilim açısından “Tanrı” kavramının anlamsız olduğunu belirtmekte zorluk çekmez. Ona göre, “Tanrı” kavramı matematiksel bir denklemin parçası olarak yazılamaz ve deneysel verilerden elde edilemez.

Yine de bu tartışma döneminde çok su götürmüş, metafizik imalarından dolayı pek çok bilim insanı Büyük Patlama modeline karşı durmuştur. Lakin konumuz, kendileri de kanıyla etiyle insan olan bilim insanları değil, bir yöntem olarak bilimdir. Bir yöntem olarak bilim, bugün pek çok veri ile desteklenen Büyük Patlama modelini kabul etmektedir. Bilimde bilim insanlarının değil, verilerin mutlak otoritesi söz konusudur.

Kitaba tekil itirazları bir kenara bırakıp temel itirazımıza gelmekte fayda var:

Dokuzuncu bölümde yazar, Big Bang modelinin tek tanrılı dinlerin tezlerini desteklediğini iddia etmektedir. ‘Kısacası Big Bang’in düşmanları bile, O’nun yoktan yaradılışın açıklaması olduğunu görmüşlerdir.’ ** Sanırım bu özensiz kitabın tümü, bu cümle için yazılmış. Peki gerçekten Büyük Patlama teorisi yaradılışın kanıtı mıdır?

Büyük Patlama, yaklaşık 13,7 milyar yıl önce evrenin çok yoğun ve sıcak olduğu bir dönemini betimlemektedir. Genel olarak terim; uzay, zaman, madde ve enerjinin eş zamanlı olarak ortaya çıkışı olarak sunulan ‘sıfır anına’ sanki Büyük Patlama doğrudan erişebiliyormuş gibi bir mecaz olarak kullanılmaktadır.  Oysa Büyük Patlama ile sıfır anı arasındaki bu özdeşleştirme ciddi bir incelemeyi hak eder.

İlk olarak Sıfır anı ile, yani yokluktan yaratıldığı iddia edilen anla başlayalım. Bu anın fizik açısından (yazımız için Big Bang teorisi açısından) erişilebilir olduğu iddiası, konuya ilişkin bir iki popüler bilim kitabı karıştırmış herkese absürt görünecektir. Çünkü Planck duvarı, elimizdeki fizik teorilerinin evrenin kökenine erişmesini engellemektedir. Bu duvar mevcut fizik kavramlarımızın işlerlik sınırıdır, fizik kavramlarımız bu duvarın ötesini belirlemeye yeterli değildir.

İkinci olarak Planck duvarıyla devam edelim:

Planck duvarıyla ilgili olarak yapılan ciddi bir hata, fiziğin Büyük Patlamadan sonraki 10−43 saniyeden sonrasını açıklayabildiği şeklindeki ifadedir. Zira, Planck duvarı öncesinde bildiğimiz fizik tamamen çöker, uzay ve zaman kavramı sorunlu hale gelir. Bu nedenle Büyük patlama ile Planck duvarı arasında geçen süreye herhangi bir anlam vermek imkansızdır.

‘Big Bang ve Tanrı’ kitabında Caner Taslaman da Planck duvarından bahsedip, 10−43 saniyelik Planck zamanında fizik kanunlarının işlemez olduğunu ifade ediyor. Ve fakat bu duvarı, yoktan  yaratılışın kanıtı olarak kullanıyor.

Evet, Planck duvarının ötesini bugün bildiğimiz fizikle açıklayamıyoruz. Fakat Taslaman burada eksik bilgi vererek, okuyucu kasıtlı olarak yönlendirilmekte. Planck duvarı dediğimiz teorik sınırdan geçiş sırasında, evrene özel bir şeyler olmaz. Planck duvarı, kavramlarımızın çökmeye başladığı bölgenin simgesel bir tanımıdır ve fiziksel bir duvar değil, fiziğimiz için bir duvardır.

Bunun nedeni ise kabaca şöyle; evrenimizde dört temel fiziksel kuvvet var: Elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, zayıf nükleer kuvvet ve kütle çekim kuvveti. Bunlardan ilk üçünü kuantum fiziğinin ilkeleri sayesinde açıklayabiliyoruz. Fakat kuantum fiziği ve kütle çekim fiziğini birleştiremiyoruz, bir ‘kuantum kütle çekim kuramı’mız yok. Fizikçiler bu konuda yıllardır emek veriyor. Örneğin pek çok fizikçi bu kuramı oluşturabilmek adına sicim teorisi üzerinde çalışmaktadır.

Bildiğimiz en iyi özet şu; Planck zamanında, yani şu andaki denklemlerimizin kavramayı başardığı evrenin en eski döneminde evren gergin, küçük, sert ve enerjiyle doluydu, ayrıca uzay zamanın yapısı da tuhaftı. Ancak bu, şu andaki fiziğimiz için bir tuhaflık ve bu nedenle fizikçiler için bir meydan okumadır.

Sonuç olarak kimin neye inandığına hiçbir itirazımız yok, olamaz da, haddimiz değil.

Lakin bilimsel kuramların bu şekilde eğilip bükülmesine, eksik bilgilerle ve bilimin verilerini aşan yorumlarla birilerinin kendine bilimden kanıt devşirmesine itirazımız var. İnsani olarak anlayabiliriz tabi, ekmek parası, isim yapma egosu, ama karşı durmak boynumuzun borcu.

İşin özeti evrenin kökeniyle ilgili fizik bilgimiz bugün bize kesin bir şey söyleyememektedir. Kimi bilim insanları çoklu evrenlerden, daha çok boyutlu evrenlerin içinde hapsolmuş kendi evrenimizden veya daha uçuğundan evrenimizin onu doğuran öncül bir evrendeki kara deliğin tekilliğinden doğmuş olabileceğinden bahsedebilir.

Ama hiçbir bilim insanı, fiziğin bunu kanıtladığını söyleme cüretini göstermez. En iddialısı fiziğin matematiğinin veya usavurumun şuna veya buna izin veriyor olabileceğini söyleyip, okurunu bu alanın spekülatif olduğu konusunda uyarır. Hal böyleyken bu kadar özensiz bir yazınla, modelin yaratılışı ispatladığını savunarak bilimsel modelleri kendi niyetine alet etmek art niyet değilse, en hafifinden cehalettir.

Hazırlayan: Hilal Bulut

Big Bang ve Tanrı, Caner Taslaman, İstanbul Yayınevi, 25. Basım, sayfa 45 ve 46.
**a.g.y. sayfa 178