İnsanlar binlerce yıl boyunca “nereden geldik” sorusuna cevap aramak için gökyüzünü gözlemleyip yıldızların ve gök cisimlerinin hareketlerini izlediler. Hiçbir gözlem aletine sahip değillerdi ve tüm bu yıldızların, ayın ve güneşin insanları izleyen tanrıların görüntüleri olduğunu düşünüp onlara tanrısallık eklediler.
Yeryüzünü saran uzaya gökkubbe adını takıp yıldızları bu kubbe üzerinde dünyayı izleyen tanrılar olarak düşündüler. Aya ve güneşe kutsallık yükleyip onlara tapındılar, adaklar sundular.
Yıldızların hareketlerininin kişiler üzerinde etkileri olduğunu düşünerek burçlar oluşturdular. Her burcun insanlar ve yeryüzü üzerinde farklı etkileri olduğu inancıyla gelecek tahminlerine giriştiler. Kendilerine dünyayı merkez aldılar ve onu gökkubbenin yani evrenin merkezine yerleştirdiler.
Daha akıllı olanlar, Ay ve Güneş tutulmalarının zamanlarını “matematik” yoluyla hesaplayıp bu tarihlerde dinsel törenler düzenleyerek onlara mucizeler gösterdiler. Bu mucizeler yoluyla toplumların inançlarını kullanarak onları yönlendirdiler.
Bu şekilde binlerce yıl geçti…
Bir gün, bundan yaklaşık 500 yıl önce gökyüzüne baktığında “Güneş neden tutuluyor?” diye sormayı bırakıp “Güneş nasıl tutuluyor?” sorusunu sormaya başlayan birkaç bilim adamının, insanlığın binlerce yıllık gelişimini ve düşünme şeklini kökten değiştireceğinden haberi var mıydı, bilmiyorum.
Galileo, Kepler, Kopernik gibi bilim insanları gökyüzünü “nasıl oluyor?” diye sorgularken; evrenin merkezinde olmadığımızı, Güneşin etrafında dönen gezegenlerden biri olduğumuzu keşfettiler. İnançlarını sorgulamayı kabul etmeyen bağnaz bir topluma ve bu toplumu yönlendiren din adamlarının tehditlerine kulak asmadan eserler yazdılar ve bu eserlerini diğer bilim insanlarına sundular.
Bu gerçekleri ilk kez onlar farketmemişti, geçmişte birçok zeki insan ve toplum gezegenimizin yuvarlaklığını, Güneş çevresindeki dönüşünü, Ay ve Güneş tutulmalarının nasıl gerçekleştiğini keşfetmişti. Ancak bu bilgiler yaşadıkları toplumun içinde, yerel düzeyde kaldı ve sonradan kayboldu. Ama orta çağ bilginlerinin çabaları sayesinde ilk kez bu gerçekler yerel düzeyde kalmaktan kurtuldu, belli bir sistematiğe oturtuldu ve insanlığın geneline yayıldı.
Dünyanın o kadar da özel bir konumda olmadığı gerçeği inanç çevreleri tarafından yüzyıllar boyunca reddedildi. Fakat, bilimsel gerçeklerden kaçabilmek mümkün değildi. Bir kesim, yavaş yavaş bu bilimsel gerçekler ışığından din adamlarının kendilerine dayattığı hayatı sorgulamaya, “neden” yerine “nasıl” demeye başladılar.
Dünyanın yuvarlaklığı kanıtlandı, kütleçekim yasaları keşfedilerek yıldızların, ayın ve güneşin hareketleri açıklığa kavuşturuldu. Bilimin doğanın işleyişini anlamalarına yardımcı olduğunu gören pek çok insan araştırmaya başladı. Her gün yeni bir bilimsel gerçek keşfedildi, teknoloji gelişti, daha eşit ve daha insanca bir hayat isteği çok daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Ve bu günlere kadar geldik.
Eğer bugün bilgisayar karşısında bu yazıyı hazırlayabiliyorsak ve siz de okuyabiliyorsanız, geçmişte kendilerine dayatılanı kabul etmeyip araştıran ve onun öyle olmadığını keşfedip öğrendiklerini başkalarıyla paylaşmaya çalışan bilim adamları sayesinde. Evet, Galileo Jüpiter’in aylarını incelerken aslında bugünkü bilimsel düşüncenin de önünü açıyordu.
Astronomi, temel bilimlerin ilk sırada geleni olarak kabul edilebilir. Çünkü gökyüzü, olağanüstü güzelliği ve gizemi ile ilkel insandan günümüz insanına kadar herkesin dikkatini çekmiştir.
Gökyüzünün çok geniş, incelenecek obje sayısının neredeyse sınırsız olması yüzünden, astronomi bilimi amatör astronomlara oldukça fazla ihtiyaç duyar. Çoğu bilim dalı, gerek karmaşıklığı, gerekse maddi külfeti dolayısıyla hiçbir zaman astronomi kadar amatörlere açık olmadığı gibi, amatörlerin bu kadar büyük katkıda bulunduğu başka bir bilim dalı da yoktur.
Bu yüzden olsa gerek, amatör astronomların kurduğu çok sayıda amatör astronomi topluluğu var. Bu topluluklar haricinde, bilgisayar ve internet teknolojisinin gelişimiyle amatör astronomlar daha rahat çalışma imkanı bulmaya başladılar. Fakat, büyük şehirlerde yaşayanlar için amatör astronomi, gözlem yapma problemleri yüzünden oldukça zor bir uğraş haline gelmiş durumda.
Buna neden olan başlıca problem ise, “Işık kirliliği” adı verilen “kirlilik” türü. Işık kirliliği, şehir ışıklarının gökyüzünde yarattığı doğal olmayan aydınlanmaya deniliyor. Bu kirliliğin neden olduğu aydınlanma yüzünden geceleri yıldızları ve diğer gök cisimlerini görmek mümkün olmuyor. Bu kirliliğin boyutlarını görmek için yerleşim birimlerinden uzak, çevre aydınlatmasının olmadığı bir yerde gökyüzüne bakın. Gökyüzünün aslında ne kadar olağanüstü olduğunu görecek, bu kadar çok yıldız olmasına şaşıracaksınız.
Hatırlatması dahi tatsız olmasına rağmen, 17 Ağustos 1999 yılında deprem sonrasında gökyüzünün yıldızlarla dolu olduğunu gören halk, sonrasında ne zaman yıldızlı bir gökyüzü görse “deprem olacak” korkusuna bürünmeye başlamıştı hatırlarsınız belki. Bunun tek sebebi deprem anında elektriklerin kesilmesi sonucu ışık kirliliğinin ortadan kalkması ve yıldızların net bir şekilde görülmesi idi.
Zafer Emecan
Bunları da okumalısınız, okumak güzeldir:
Batman'da Minikler İçin Astronomi Seminerleri Gerçekleştirildi
Kozmik Anafor Batman gönüllü il tem...
Gaz Devlerinin Dünya Benzeri Uyduları
Jüpiter veya Satürn gibi gaz devler...
Venüs Gezegeni: Dünya'nın Kızgın Kardeşi
Modern zamanların gözdesi herkesin ...
Takımyıldızlar Hep Aynı Mı Görünür?
Hepimiz, birçoğunu bilmesek bile ad...