Düşünün; tek bir yıldız yok, geceleri gökyüzü bomboş. Sadece Ay var, başka hiçbir şey görmüyorsunuz. Çoğumuz bu soruya, galaksimiz Samanyolu içinde 400 milyar civarı yıldız varken, gökyüzünün yıldızsız olması mümkün değil, diye cevap verecektir. Bu cevap büyük oranda doğru, ama “her zaman” değil.
Yıldızımız Güneş, bizi de peşinde sürükleyerek Samanyolu’ndaki yörüngesinde yaklaşık 230 milyon yılda bir tur atar. Ancak, çevresindeki diğer yıldızlar ve bulutsular kendisiyle birlikte aynı hızda hareket etmediğinden, manzarası sürekli değişim halindedir. Manzaramızdaki bu değişim, Güneş’in yaklaşık her beş milyon yılda bir galakside çevresindeki “yerel yıldız topluluğuna göre“ aldığı 250 ışık yılı mesafe ile daha belirgin hale gelir. Güneş ve komşularının Samanyolu’ndaki şu anki yerini aşağıdaki görselden görebilirsiniz.
Samanyolu, aktif yıldız oluşumu süren ve bu oluşumu daha milyarlarca yıl devam ettirecek, yeni yıldız oluşum bölgeleri (nebulalar) meydana getirecek kadar gaz ve toza sahip aktif bir galaksidir. İşte Güneş, galaksi çevresindeki yörüngesi boyunca hareket ederken, sürekli olarak bu gaz ve toz alanlarının içinde yol alır. Kimi yerlerde düşük yoğunluklu olan bu gaz, kimi bölgelerde oldukça yoğundur.
Şu anda Güneş’in galaksi içerisinde yol aldığı bölge, santimetreküp başına, 0,3 atom düşen, gaz yoğunluğu düşük bir alan. Bu gazın sıcaklığı yaklaşık yedi bin santigrat derecedir. Yapılan çalışmalar, güneşimizin son birkaç milyon yıldır bu düşük gaz yoğunluklu bölge içinde hareket ettiğini gösteriyor. Şuradan güneşimizin yerel çevresini ve hareketini görebilirsiniz.
Aslında son birkaç milyon yıldır oldukça şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz çünkü Güneş, galaksi çevresindeki hareketi süresince her birkaç milyon yılda bir, yüksek yoğunluklu gaz ortamlarının içinden geçer. Tipik bir yoğun gaz ortamında, santimetreküpteki atom sayısı 100-1.000 adet arasındadır. Bu da şu anlama gelir; böyle bir gaz ortamının içinden geçtiğimiz milyonlarca yıl boyunca, galaksimizdeki yıldızların ışığı bize kolay kolay ulaşamaz.
Peki bu orandaki (100-1.000 atom/cm3) gaz ne kadar yoğundur? Bu aslında çok düşük bir orandır, neredeyse laboratuvar ortamında oluşturulan vakum kadar boş sayılır, Mars’ın atmosferinden bile binlerce kez daha az yoğundur ve ışık içinde rahatça yol alabilir. Ancak, gazın yoğunluğu çok düşük olsa dahi, derinliğinin, kapladığı mesafenin milyonlarca, trilyonlarca kilometre mertebesinde olduğu unutulmamalı.
Gündelik hayatınızda bir bardak su düşünün. Su, saydamdır ve baktığınızda arkasındakini görürsünüz. Oysa su miktarı artmaya, “kalınlaşmaya” başladığında bu saydamlık yavaş yavaş azalır ve bir noktadan sonra ışık su katmanından geçemez hale gelir. Kilometrelerce derindeki okyanus diplerine Güneş ışığının ulaşamamasının sebebi budur.
Trilyonlarca kilometre boyunca uzanan düşük yoğunluklu gaz da aynı etkiyi gösterir ve o gaz katmanını ışığın geçemeyeceği aşılmaz bir perde haline getirir. Tipik bir yoğun gaz bulutunu ve özelliklerini görmek için tıklayın.
Yani böyle bir ortamda bulunsaydık, geceleri gökyüzü Ay, bize yıldızlara oranla çok çok yakın olan Mars, Satürn, Jüpiter, Venüs ve Merkür gezegenleri dışında hiçbir şeyin olmadığı bir boşluktan ibaret olacaktı.
Dahası da var: Eğer içinde bulunduğumuz ortam santimetreküpte 1.000 atom civarında olsaydı; Jüpiter ve Satürn’ü de çok soluk biçimde zar zor görebilecektik çünkü Güneş rüzgarları, ancak Mars gezegeninin ötesine kadar Güneş Sistemi’ni yoğun yıldızlararası gazdan koruyabilecekti. Bu durum, geçmişteki milyarlarca yıl içinde defalarca oldu ve gezegenimizin kalan ömrü süresince de defalarca olmaya devam edecek.
Eğer insanlık, güneşimiz böyle bir bölgeden geçerken ortaya çıkmış olsaydı ne olacaktı? Öncelikle yıldızlar hakkında hiçbir fikrimiz olmayacaktı. Yıldızlara bakarak yön tayin edemediğimiz için denizcilik gelişemeyecek, insanlar bir yerden bir yere “yolunu bilerek” gidip gelemediği için belki de uygarlık yerinde sayacaktı. Evren hakkındaki bilgimiz birkaç ışık noktasından ibaret olacağı için, astronomi de gelişemeyecek, düşünsel atılımlar yapılamayacaktı. Tek iyi bir yanı olurdu; burç denilen uydurmalar da bilinmeyeceği için astroloji falcılığı olmayacaktı.
Diğer yıldızların varlığını, ancak kızılötesi teleskoplar keşfedildikten sonra fark edecek ve çok şaşıracaktık (kızılötesi ışık, kalın gaz katmanlarından daha kolay geçebilir). Belki de yıldızları göremediğimiz için, gökyüzü insanlar açısından bir merak konusu olmayacak ve bu tür teleskopları yapmak aklımıza bile gelmeyecek, Dünya’yı evrendeki tek gezegen, Güneş’i de tek yıldız zannetmeyi bugün bile sürdürecektik. Hatta Güneş’in bir yıldız olduğunu bile fark etmeyecektik zira, hiç yıldız görmemiş olacaktık.
Zafer Emecan